İnsan inanma gereksinimi olan bir varlıktır. Bu sebeple varlık amacını bu temele bağlı kalarak inşa edecektir.
İnandığı, iman ettiği her ne ise yolu bu doğrultuda şekillenecektir. Bu, Allah olsa da Allah dışındaki herhangi bir varlık olsa da böyledir. Bu durumda, inanılan varlık her ne ise buna inanmanın birtakım yükümlülükleri olacaktır. Sadece inanarak çıkılan bu serüveni bilgisizce yaşamak bu eksenden kolayca kopmayı beraberinde getirecektir.
Neye, nasıl inanması gerektiğinin farkında olmadan, kulaktan dolma söylemler, kişinin yaşantısını etkilemediği gibi temelden sarsılmalara neden olacaktır.
Hangi ideolojik sistem, hangi inanç sistemi olursa olsun ona en büyük zararı ona mensup olup da o uğurda kendini geliştirmeyen, konunun muhtevasından habersiz olanlar vermektedir. Benzer şekilde, hiçbir olgu, bilgi ile teçhizatlanmamış kesimlerce kemâle ermemiştir. Dolayısıyla hangi sistem olursa olsun bunun sözcülerinin, mensuplarının ayaklarının sağlam basabilmesi için onun teknik yönlerine ve ayrıntılarına vakıf olmaları gerekecektir.
Diğer yandan kendini kanıtlamış bir sistemden kopan bireylerin her geçen gün artışı bu bireylerin bilgi yoksunluğu ile orantılı olacaktır.
Bu yüzdendir ki hiçbir alakaları olmamasına rağmen, sadece sempati duymadığı birinin doğru olmayan bir davranışı neticesinde dinden kopan bireyleri daha fazla görür olduk. Politikacıya kızdığı için Allah'a karşı yükümlülüğü olan ibadetleri yerine getirmeyen mi dersin; sosyal medyada duyduğu iki kelime ile bilgisinin olmadığı konuların teknik kısımları ile ilgili ahkam kesenleri mi dersin...
İşte bu yüzden günden güne dinle alakası olmayanlar din konusunda ahkam keser oldu. Evrensel din, kimileri için kişisel tatmin ve mesaj aracı olarak görülme başlandı. Özellikle ilk emri "OKU" olan bir dinin mensuplarının bu kelime kökünde net olarak verilen emirden; "İlim, müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır." hadisinin muhataplarının kendilerine bir şey almamaları da ayrı bir trajedi olacaktır.
Bir eğitim bilimci olan Bloom geliştirdiği taksonomide 6 basamaklı bir süreçten bahseder: Bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirilme olmak üzere... Herhangi bir sistemin kalıcı olması da beynin bu süreçleri farkında olmadan geçirmesi ile mümkün olmaktadır. Her basamak kendi önündeki basamağı tamamladıktan sonra bir sonrakini sağlıklı yürütebilir. İlk zorunluluğun bilgi olduğu gerçeği burada da karşımıza çıkıyor.
Yukarıda anlatılanları İslam inancı özelinde değerlendirelim. İslam ne bir kişinindir, ne bir zümrenindir, ne de başka bir kesimin tahakkümü altındadır. İslam'ın sahibi yalnızca O'dur. Sorumluluk da öncelikle Rahman ve Rahim Olana karşıdır. Pek de bir bilgisinin olmadığı halde gereksiz ve geçersiz bahaneler ile "soğumaya yer aranılan" İslam'ın, ne birinin ibadetine ne de birilerine ihtiyacı yoktur.
Sona gelirken amacından sapan bir söylemi düzeltip öyle vedalaşalım:
Dinde zorlama değil zorluk yoktur. İslam'ı seçip seçmemek özgürlüktür... Diğer yandan farz kelimesinin gönüllülük değil emir olduğunu unutmayalım.
Diyeceğim o ki azizim, zekâtını verecek seviyede bilgi,ilim lazım bize...
Vesselam...