ALLAH ELMAYI AĞACA YAPTIRMAZ
Allah'ın varlığını aklen bilmenin imkânı meselesi tarih boyunca felsefî ve teolojik tartışmaların en önemli konularından birisi olmuştur. Bu mesele Ebû Hanîfe geleneğinin en güçlü siması ve Ehl-i Sünnet kelâmının kuruluşunda en büyük paya sahip olan Ebü'l-Mansûr Muhammed b Muhammed Mâtürîdî (333/944) tarafından da ele alınmıştır.
Mâtürîdî, insanın bilen (rasyonel) bir varlık oluşundan hareketle Yaratıcının varlığına inanmasının haklı ve makul sebeplere dayandığını savunmuştur. Akıl sağlığı yerinde olan her insan, kendi yapısı ve etrafında cereyan eden doğa olaylar hakkında -önyargısız bir şekilde- düşündüğünde, Yüce bir Yaratıcının varlığını bilebilir. Bunu bilmek için neyin neden ve niçin yapıldığına bakmak lazım.
Allah asla ve asla elmayı ağaca yaptırmaz. Ağacın yapma gibi bir mahiyeti yoktur. Yeryüzündeki bütün teknolojiyi bir araya getirsen bir elmayı yapamaz. Bütün teknolojinin bir araya getirilerek yapamadığı elmayı ağaç mı yapacak? Böyle bir şeyin imkânı yoktur. Bizim, elmanın meydana gelmesinde sebep olarak ağacı görmek gibi bir yanlışımız vardır. İslamiyet’te sebep, insanın aklındandır. Hakikatte vücudu yoktur. Hakikatte vücudu olsa şerik(ortak) zaten. Sebep diye söylediğimiz şey bizim aklımızın önünde perde olarak görünen şeydir. Elmaya elma ağacı sebeptir, insanın ölmesine trafik kazası, elektrik çarpması vs sebeptir. Halbuki trafik kazasıda elektrik çarpması da ruhun alınması da doğrudan doğruya Cenab-ı Hakkın müdahalesiyle yani Azrail’e müdahale ettirmesiyle oluyor. Dolayısıyla hiçbir şekilde varlık olarak sebep diye müstakilden yaratılmış bir varlık yoktur. Bizim sebep diye bildiğimiz şey sadece akılda bulunan bir perdedir.
Böyle bir dünyada ben Allah’a iman ediyorum dediği halde Müslümanların bu kadar acı çektiği, bu kadar dertli olduğu, Müslüman neslinin bu kadar ifsat edildiği bir ortamda, bir adam bundan yüz çeviripte kendi rahatı, kendi zevkleri, kendi özeli, peşinde koşuyorsa, İslam’a zerre kadar hizmet etmek gibi bir derdi yoksa bu adamın kalbi en iyimser tahminle hastadır. Belki de ölmüştür. Yanı başımızda bu kadar soykırım yapılırken. Bir insanın umurunda değilse, Müslümanım dediği halde zerre umursamıyorsa, ellerini açıp dua dahi etmiyorsa, gündemi hep dünyalık ise zevkleriyse, arzularıysa bu adamın kalbi ölmüştür. Dünya fanisiyiz; nasıl gideceğimiz önemli. Ayrılmak için geldiğimiz yerde kök salmak beyhude değil mi aklını kullanan insana. Hâlbuki bir şeye körü körüne sahip olma arzusu insana acı çektirir. Sahip olduğunda bu kez kaybetme korkusu acı verir. Kaybettiğinde ise; Kaybı acı verir. Yani insan fani olana bağlı olduğu müddetçe eline geçen yalnızca acı, elem ve ızdıraptır. İnsanın arzu ve istekleri sınırsızdır. Fakat bunlara ulaşma kudreti sınırlıdır. Ve bu hayat mutlaka insana emanettir. Öyleyse insan düşünecek sebepleriyle birlikte emanet edilen bu fani hayatın içinde gizli olanları bulmaya çabalayacaktır. Bakın kısa bir hikaye ile bu yazıyı daha anlamlı hale getirelim Bir gün, yaşlı bir bilge köyün meydanında oturuyordu. Gençler, bilgenin etrafını sarmış ve ona çeşitli sorular soruyorlardı. Sohbetin bir noktasında, gençlerden biri merakla sordu:
“Bilge, neden bazı olaylar doğrudan Allah’ın iradesiyle gerçekleşir, bazıları ise sebepler aracılığıyla meydana gelir?”
Bilge, gençlerin anlaması için bir hikaye anlatmayı uygun gördü:
“Köyümüzde bir çiftçi vardı, adı Hasan Efendi. Hasan Efendi, her yıl verimli bir hasat elde ederdi. Herkes, bu başarıyı onun toprak bilgisi ve çiftçilik yeteneğine atfederdi. Fakat, Hasan Efendi’nin yakın dostlarından biri, bir gün onun bu başarının sırlarını merak etti ve Hasan Efendi’yi ziyaret etti. Dostu, Hasan Efendi’ye şöyle dedi: ‘Hasan Efendi, her yıl bu kadar verimli hasat elde ediyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun? Sadece toprak bilgisiyle mi bu başarıya ulaşıyorsun?’
Hasan Efendi, dostunu gülümseyerek yanıtladı: ‘Evet, toprak bilgisi, doğru zamanlama ve emek önemli, ama bu işin arkasında bir başka gerçek var. Hasat zamanı geldiğinde, toprağın üzerinde ve altında birçok şey olur. Çimenler yeşerir, gübreler toplanır, ancak en nihayetinde tüm bu süreçlerin arkasında, toprağın bereketini veren Yaratıcı’nın iradesi yatar.’
‘Yani,’ devam etti Hasan Efendi, ‘benim emeğim, bilgi ve çabam, bu sürecin bir parçası. Ancak son noktada, gerçek başarı ve bereket, Yaratıcı’nın iradesinin bir sonucudur. Bu yüzden, sebepler ve süreçler, Yaratıcı’nın iradesinin tezahürüdür ve her şeyin arkasında bir hikmet bulunur.’
Bilge, hikâyeyi bitirdiğinde gençler düşünceye daldı. Bir olayın yüzeyine bakmak yerine, onun arkasındaki derin anlamı ve sebepleri göz önünde bulundurmaya başladılar. Her şeyin bir sebebi ve arka planı olduğuna dair anlayışları güçlendi ve bu, onların manevi düşüncelerini zenginleştirdi.”
Bilge, Yozgatlı Fennî Efendi’nin şu sözlerini mırıldadı:
“Âdemi bul âdem ol âlemde âdem gizlidir.
Etme tahkir âdemi âdemde âlem gizlidir.”
Kâmil insanı bul ve insan ol; âlemde insan gizlidir.
Hiçbir insanı hakir görme, insanda âlem gizlidir.
…
Âdemoğlu yaradılışından itibaren kendisini aradı durdu ve nihayetinde Rabbinde kendini buldu, vesselâm!
17.09.2024 Şanlıurfa
Hasan YILDIZ Eğitimci Yazar
Kalemine kuvvet.