ANILARIN İZİNDEN
Pazartesi günleri sabah erkenden başlardı hayatla mücadelemiz köy postasını beklemeye koyulurdu tüm yatılı okul öğrencileri evden ayrılmanın hüznü kıyametler koparırdı çocuk yüreğimizde, sanki bir daha dönmeyecekmişizcesine bir ağıt kenetlenirdi boğazımıza.
Okul okumak çok da yaygın değildi o dönemde ben ve kardeşim Mustafa ile birlikte iki kişi daha gelirdi yatılı okula onların babaları yolcu etmeye gelirdi kendilerini bu duruma gıpta ederdik kardeşimle ama yine de cesaret edip babama söyleyemezdik. Güneşin altın ışıkları yeşil ekin tarlalarına hayat vermeye başlar başlamaz köy postası başka köylerden aldığı yolcularla köye girer ve acı bir korna çalardı. Hepimiz yönelirdik köy postasına arkadaşlarımız askere gidiyormuşçasına babalarının elini öperdi. Daha sonraki günlerde babam bizi uğurlamaya hayatın zorluklarına alışalım diye gelmediğini söylemişti. Hatta övünerek birde: “Bak siz okul okudunuz; diğerlerinin hepsi okulu yarıda bıraktı.” demişti. Köy postası fıstık yeşili eski bir otobüstü. Değil oturmak, ayakta kalmaya bile yer bulamazdık. Yollar bu kadar iyi olmadığından bazen çamurda kalır müşteriler iner iterdi. Bazen şoförümüz Reşit Amcanın uyuduğunu söylerdi yolcular peki nasıl kaza yapmadığımızı sorunca da otobüsün direksiyonu yolu ezberlemiş artık derlerdi.
Bizleri ilçeye girmeden yol ayrımında bırakırdı köy postası çünkü yatılı okul yaklaşık olarak üç kilometre ilçe dışına yapılmıştı. Okula o patika yoldan yürürdük ben ve kardeşim Mustafa, herkesin gerisinde kalırdık. Babamız memur olduğundan bizimle işleri düştüğü zaman konuşurlardı köylü çocukları onun dışında tanımazlardı bile genel olarak işleri de borç paraya ihtiyaç duydukları zaman olurdu.
Doğanın içimize çizdiği bir güzellik resmiydi o patika yol, köy çocukları çeşitli efsaneler uydurmuş da olsa insanın yalnızlığına, kendine ya da kaderine yürüdüğü yoldu bana göre.
Okula vardığımızda eve dair her şey biterdi ve tekrar eve dönmek için eve gidiş kum saatini çalıştırmaya başlardık. Yatakhaneye çantaları bırakmaya vakit olmadığı için çantalarımızla birlikte direk derse girerdik. Düşüncelerimizin bir tarafı daima annemiz, babamız ya da kardeşlerimiz olurdu. Acaba şu anda uyandılar mı? Babam tavuklara yem veriyor annem ise kahvaltıyı hazırlıyor olmalı diye geçirirdik düşüncelerimizden. Teneffüslerde genel olarak hafta sonları evde yaptıklarımızı konuşurduk. En çok da Tarzan veya Cüneyt abinin filmlerini ve onların dövüş tekniklerini anlatırdık.
Öğle yemekleri üç çeşit de olsa annelerimizin tek çeşit yemeğiyle asla yarışamazdı. Bazı günler nöbetçi öğretmene yakalanmadan ekmeğimizi cebine koyar yemeği de döküp ekmeği katıksız yerdik ve okulun duvarlarına çıkıp evimizden, köyden bahsederdik.
Akşamüstleri gün batımında hüzün doğardı küçücük yüreklerimize, köye giden, yani ailemize giden yoldan köy postasının gidiş saatini bildiğimizden gözlerimizi o noktaya kenetler dakikalarca açık yeşil köy postasının geçmesini beklerdik. O geçerken de ailemize yüreğimizin derinlerinden özlem dolu sessiz bir selam yollardık.
Ardından akşam başlardı. Kurbağa sesleri eşliğinde gelirdi akşam. Akşam etütlerinde bazıları ders çalışırdı, bazıları da oturduğu yerden zaman doldurmaya çalışırdı. Hafta sonu yapacaklarını planlar, izin olmazsa okuldan kaçacağını söylerdi arkadaşlarına. Gece saat sekiz buçukta etüt biter ve herkes askeri bir şekilde çoraplarını yıkar, dişlerini fırçalar ve uyurdu. Ben bazen kitap okurdum. Hikâye kitapları beni o okul ortamından alıp başka diyarlara götüren kitaplar olduğu için kitaplarla olan dostluğumu biraz da o yıllara borçluyum diye düşünüyorum.
Sabah erken kahvaltı öncesi etüt olurdu yatılı okulda ders çalışmak sabahları daha çekici olurdu. Ardından kahvaltı ve tekrar ders ve ikindi ardından köy postasının geçme saatine kenetlenirdi gözlerimiz. Ailelerimize salı günü selamını yollamak amacıyla…
Çarşamba haftanın yarıdan azaldığı gün olduğu için yatılı öğrencileri için haftanın bittiği gündü. Cuma günü hem korkunun hem de mutluluğun günüydü. Çünkü izin olsa sıcak yuvalarımıza yelken açacaktık izin olmasa, tekrar başa dönüp umutlarımızı sonraki cumaya saklayacaktık ya da okuldan kaçılacaktık pazartesi cezasını göze alaraktan.
Şimdi hüzünlü birer anı olan günlere çocukluğumuzu gizlediğimizden midir nedir? Her biri bir makamda olan yatılı öğrencileri o günleri bazen hüzünle bazen buruk bir gülümsemeyle yad etmeden edemeyiz…
Fehmi hoca